Türkiye'de nasihatların neden kıymeti olmadığı ve kulak ardı edildiğiyle ilgili olarak çok güzel bir hikaye okudum, siz de bilin istedim! Unutmadan, bu aralar kulağımda Ezilenlerin Pedagojisi nedeniyle yer edinen praksisi anlatmak için bu güne kadar gördüğün en güzel örnek!
[1] : Hikaye Fatma Barbarosoğlu'nun "İmam Hatip Liselerinde böyle hocalar var mı?" yazısından alınmıştır.
Alim bir zata, yaşlı bir kadın torununu getirir.(İmam-ı a'zam olarak anlatılır hikaye lakin o vakit şeker olmadığı için hikayeyi öznesini değiştirerek naklediyorum.) Benim torunum çok şeker yiyor. Okuyup üfleseniz de bu huyundan vazgeçse der. Kendisinden dua beklenen şahıs, çocuğa bakar ve yaşlı kadına der ki, 40 gün sonra gelin.
Yaşlı kadın öfke ile çıkar huzurdan. Niye şimdi değil de 40 gün sonra! 40 gün sonra yine tutar torununun kolundan çıkar huzura. Hazret çocuğa bakar bakar ve evladım sakın şeker yeme der. Muska bekleyen kadın iyice öfkelenir. Bunu kırk gün önce söylemeyip de şimdi söylemesine içerler. Fakat bir müddet sonra torununun şeker yemeyi bıraktığını görünce, varmış bir hikmeti gidip öğreneyim hele nasıl oldu bu iş diyerek hazretin huzuruna varır. Kendisinden fevkalade bir cevap bekleyen kadına der ki alim kişi, sen ilk geldiğinde ben dahi şekeri çok seven biri idim. Kırk gün boyunca perhiz ettim. Şeker yemeği bıraktım. Ancak ondan sonra senin torununa şeker yeme diye nasihat edecek gücü buldum.
Nasihat etmek için manevi kuvvet gerekir. Manevi kuvvete ise söylemi ile eylemi uyum içinde olanlar sahiptir ancak [1] .Kaynaklar:
[1] : Hikaye Fatma Barbarosoğlu'nun "İmam Hatip Liselerinde böyle hocalar var mı?" yazısından alınmıştır.
Comments